Evladının acısıyla yanan bir anne kalkıp uzatırsa dergâhına titreyen ellerini bu tövbemi sunuyorum o ellerle birlikte
Gecenin bir vaktinde herkes istediğiyle, sevdiğiyle hemhalken; yetim kalmış bir yürek sessiz sessiz ağlarken bakarsa bir an olsun yıldızsız gökyüzüne ve melekleri inleten bir edayla seslenip ""ALLAH"" derse derinden ve Lebbeyk nidaları gelirse göklerinden, o öksüz haykırışa katıyorum tevbemi...
Günahları yüzünden mahkûm olur ya insan, kimse görmesin diye görüp gülmesin diye kirlenen ellerini kapatır ya yüzüne ve günlerce acıyla inim inim inler ya; vicdanından yükselen alev gibi bin sesle uykusuz gecelerin ışıdığı zamanda karanlığın gündüze yakın olduğu anda secdelere kapanıp YA RABBİM ben pişmanım, ben pişmanım Ey Rahman diyerek geçer ya kendisinden o pişman baygınlığa sunuyorum tevbemi...
Rahmeti yok etmek için yola çıkan Ömere, kız kardeşine karşı bazen şefkatli abi, bazen güvenli baba. Hattab oğlu Ömer’in eline bulaştığı kardeşinin kanıyla, sonra aynı Ömer’in Peygamber nazarını gözleriyle içerken günahlara döktüğü inci taneleriyle süslüyorum tevbemi..
Kendisinden başka ilah olmayan Subhan, zalimlerden oldum ki merhamete muhtacım, huzuruna alsan da beni böyle perişan, benim hakkımda olan hükmün başımda tacım...
Simsiyah ve pis köle diye hakaretler var Habeşlinin gözlerinde; güneş batmayı hiç bu kadar istememiştir, çöl serinliğe böylesine hasret duymamış ve bir taş pamuk kadar hafif olmayı bu denli istememiştir. Çünkü bir Bilal vardır ortada ve kucağında bir kaya. İnkâr tekliflerine ızdırap yüklü o dil taptaze bir ruhla cevabı dillendirir: "Allah bir Allah bir". Kumların üstündeki O simsiyah bedenden dökülen terlerle yıkıyorum tövbemi...
Savaştan dönen nazlı Nebi! Üstü başı toz toprak içinde. Onu bu halde merhamet timsali kızı Fatımatuzzehra görünce gözyaşlarına engel olamaz. Bir yandan babacığının yüzünü gözünü siler, bir yandan da anne gibi konuşur: “Seni yaradana kurban olayım. Sana böyle ne yaptılar.” Ey Fatıma yakışmasa da bu varlık o ismi anmaya, seni her anışta anne dedim, Fatıma annem dedim. Bir menekşem var şimdi ismini Hüseyin koydum. Ona her su verişte içimin Kerbelası serinler. Sonra sen sanki tebessüm edersin ötelerden. Senin o güzel ismine katıyorum tövbemi.
Ah taif! Dünya kendi haline bırakılsa dönmezdi. İyice yaklaşarak kavururdu dünyayı güneş kendi haline bırakılsaydı eğer. Toprak parça parça bölünür TAİF denen noktada dağlar dümdüz olurdu, O evet deseydi eğer. Binbir umutla gelen göklerin sevgilisi, yerlerin efendisi sızıyı yudumladı ve gök ehli ağladı. Ona atılan her taş sonsuza dek mahsun kalacak. O bir evet deseydi sineler çatlayacak, Taif yok olacaktı ama kanlar içinde ellerini kaldırıp,
“Allahım” dedi Rasul. Bir anda her şey sustu İsrafil doğruldu, Mikail doğruldu, Azrail de pür dikkat ve hüzün Cebrail ’de. Melekler ihtizazda, işaret bekliyor arş, kainatta tek ses yok. Çünkü arşa doğru uzanan bu eller "Muhammed" e aitti ve biliyor ki alem O ne istese olur, sema biliyor ki reddedilmez isteği “Allahım” dediyse Habib , hele acı içinde gözlerinde yaş, baktıysa maveraya kanı donar dünyanın, ukbanın donar kanı. Açıldı Son Nebinin nurdan nur dudakları ve seslendi yarine “Allahım acziyetimi sana şikayet ediyorum sana şikayet ediyorum acziyetimi” kainatı titreten bu şefkat seslenişiyle sunuyorum tevbemi.
Kendisinden başka ilah olmayan Subhan, zalimlerden oldum ki merhamete muhtacım, huzuruna alsan da beni böyle perişan, benim hakkımda olan hükmün başımda tacım
Allahım günahkar bir sesleniştir bu günahların yükselemeyeceği yüce katına.
Şanın ne yücedir Senin ki Mülk elindedir ve Sen her şeye Kadirsin. Kudretin her şeye galiptir ve Sen çok bağışlayansın.
Yedi göğü birbiriyle ahenk içinde yaratan Sensin, dünya semasını kandillerle süsleyensin.
Senin ilmin en gizli işlerin bütün inceliğine nüfuz eder.
Sen her şeyden hakkıyla haberdarsın, haberdarsın benden. Dünümden, bugünümden ve yarınımdan. Bir ömrü işte böyle yele verdim savurdum, şimdi pişman perişan gelip duaya durdum. Geçmişi ve geleceği yüreğime aldım da kendimi avuttum, nefsimi unuttum.
Kalbimin cennetinde nefsime uyan Adem o yüce dergahına gözlerimden seslenir ve Nuh toplar kalbimde ne kadar duygu varsa nefsimin tufanından korumaya çalışır İbrahim’in ateşe atıldığı mancınık yüreğimdedir benim, Eyyub bana sabreder...
Kendisinden başka ilah olmayan Subhan, zalimlerden oldum ki merhamete muhtacım, huzuruna alsan da beni böyle perişan, benim hakkımda olan hükmün başımda tacım...
Gecenin bir vaktinde herkes istediğiyle, sevdiğiyle hemhalken; yetim kalmış bir yürek sessiz sessiz ağlarken bakarsa bir an olsun yıldızsız gökyüzüne ve melekleri inleten bir edayla seslenip ""ALLAH"" derse derinden ve Lebbeyk nidaları gelirse göklerinden, o öksüz haykırışa katıyorum tevbemi...
Günahları yüzünden mahkûm olur ya insan, kimse görmesin diye görüp gülmesin diye kirlenen ellerini kapatır ya yüzüne ve günlerce acıyla inim inim inler ya; vicdanından yükselen alev gibi bin sesle uykusuz gecelerin ışıdığı zamanda karanlığın gündüze yakın olduğu anda secdelere kapanıp YA RABBİM ben pişmanım, ben pişmanım Ey Rahman diyerek geçer ya kendisinden o pişman baygınlığa sunuyorum tevbemi...
Rahmeti yok etmek için yola çıkan Ömere, kız kardeşine karşı bazen şefkatli abi, bazen güvenli baba. Hattab oğlu Ömer’in eline bulaştığı kardeşinin kanıyla, sonra aynı Ömer’in Peygamber nazarını gözleriyle içerken günahlara döktüğü inci taneleriyle süslüyorum tevbemi..
Kendisinden başka ilah olmayan Subhan, zalimlerden oldum ki merhamete muhtacım, huzuruna alsan da beni böyle perişan, benim hakkımda olan hükmün başımda tacım...
Simsiyah ve pis köle diye hakaretler var Habeşlinin gözlerinde; güneş batmayı hiç bu kadar istememiştir, çöl serinliğe böylesine hasret duymamış ve bir taş pamuk kadar hafif olmayı bu denli istememiştir. Çünkü bir Bilal vardır ortada ve kucağında bir kaya. İnkâr tekliflerine ızdırap yüklü o dil taptaze bir ruhla cevabı dillendirir: "Allah bir Allah bir". Kumların üstündeki O simsiyah bedenden dökülen terlerle yıkıyorum tövbemi...
Savaştan dönen nazlı Nebi! Üstü başı toz toprak içinde. Onu bu halde merhamet timsali kızı Fatımatuzzehra görünce gözyaşlarına engel olamaz. Bir yandan babacığının yüzünü gözünü siler, bir yandan da anne gibi konuşur: “Seni yaradana kurban olayım. Sana böyle ne yaptılar.” Ey Fatıma yakışmasa da bu varlık o ismi anmaya, seni her anışta anne dedim, Fatıma annem dedim. Bir menekşem var şimdi ismini Hüseyin koydum. Ona her su verişte içimin Kerbelası serinler. Sonra sen sanki tebessüm edersin ötelerden. Senin o güzel ismine katıyorum tövbemi.
Ah taif! Dünya kendi haline bırakılsa dönmezdi. İyice yaklaşarak kavururdu dünyayı güneş kendi haline bırakılsaydı eğer. Toprak parça parça bölünür TAİF denen noktada dağlar dümdüz olurdu, O evet deseydi eğer. Binbir umutla gelen göklerin sevgilisi, yerlerin efendisi sızıyı yudumladı ve gök ehli ağladı. Ona atılan her taş sonsuza dek mahsun kalacak. O bir evet deseydi sineler çatlayacak, Taif yok olacaktı ama kanlar içinde ellerini kaldırıp,
“Allahım” dedi Rasul. Bir anda her şey sustu İsrafil doğruldu, Mikail doğruldu, Azrail de pür dikkat ve hüzün Cebrail ’de. Melekler ihtizazda, işaret bekliyor arş, kainatta tek ses yok. Çünkü arşa doğru uzanan bu eller "Muhammed" e aitti ve biliyor ki alem O ne istese olur, sema biliyor ki reddedilmez isteği “Allahım” dediyse Habib , hele acı içinde gözlerinde yaş, baktıysa maveraya kanı donar dünyanın, ukbanın donar kanı. Açıldı Son Nebinin nurdan nur dudakları ve seslendi yarine “Allahım acziyetimi sana şikayet ediyorum sana şikayet ediyorum acziyetimi” kainatı titreten bu şefkat seslenişiyle sunuyorum tevbemi.
Kendisinden başka ilah olmayan Subhan, zalimlerden oldum ki merhamete muhtacım, huzuruna alsan da beni böyle perişan, benim hakkımda olan hükmün başımda tacım
Allahım günahkar bir sesleniştir bu günahların yükselemeyeceği yüce katına.
Şanın ne yücedir Senin ki Mülk elindedir ve Sen her şeye Kadirsin. Kudretin her şeye galiptir ve Sen çok bağışlayansın.
Yedi göğü birbiriyle ahenk içinde yaratan Sensin, dünya semasını kandillerle süsleyensin.
Senin ilmin en gizli işlerin bütün inceliğine nüfuz eder.
Sen her şeyden hakkıyla haberdarsın, haberdarsın benden. Dünümden, bugünümden ve yarınımdan. Bir ömrü işte böyle yele verdim savurdum, şimdi pişman perişan gelip duaya durdum. Geçmişi ve geleceği yüreğime aldım da kendimi avuttum, nefsimi unuttum.
Kalbimin cennetinde nefsime uyan Adem o yüce dergahına gözlerimden seslenir ve Nuh toplar kalbimde ne kadar duygu varsa nefsimin tufanından korumaya çalışır İbrahim’in ateşe atıldığı mancınık yüreğimdedir benim, Eyyub bana sabreder...
Kendisinden başka ilah olmayan Subhan, zalimlerden oldum ki merhamete muhtacım, huzuruna alsan da beni böyle perişan, benim hakkımda olan hükmün başımda tacım...