10 Ağustos 2018 Cuma

Kur'an





Kur'an hem zikirdir,
 hem fikirdir,
 hem hikmettir
 hem ilimdir,
 hem hakikattir,
 hem şeriattır,
 hem sadırlara şifa,
 mü'minlere hüda ve rahmettir.
Mesnevi-i Nuriye - 128

20 Mart 2016 Pazar

Külli atin karibun

Külli atin karibun..

Bir gece yarısı Paris ,yağmur, ve sis...

14 Ocak 2013 Pazartesi

Müjde!

hasenatı seyyiatına, sevabı hatasına tereccüh edenler, mağfiret ve affa müstehaktırlar
 Risale_i Nur..

İlim &Cehil




Allah'ın hesabına kainata bakan adam 
her ne müşahede ederse ilimdir.
 eğer gafletle esbab hesabına bakarsa, 
ilim zannettiği şey de cehil olur.

Bediüzzaman Said Nursi..

19 Aralık 2012 Çarşamba

Celil...




Herbir bahar, birtek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak zeminin yüzüne bir cemil ve celil'in eliyle takılıp koparılıyor, konup kaldırılıyor.

Risale-i Nur..

Rahmet




Herşeyde bir güzellik ciheti var ve rahmetin bir cilvesi var.

Risale-i Nur.

9 Aralık 2012 Pazar

MUSTAFA SUNGUR ABİNİN ANISINA CENAZE TÖRENİ VE ZAMANIN ŞAHİTLERİNDEN RÖP...




Mekanın cennet olsun....

POLONYA RİSALE-İ NUR HİZMETLERİ RESUL CEMALOV KARDEŞ ANLATIYOR ŞUBAT 201...

İntizam !




ON BİRİNCİ LEM'A

Arkadaş! Bir nev'in efradı arasındaki tevafuk ve bir cinsin envâı arasında âzâ-yı esasiyede bulunan müşabehet, sikkenin ittihadına, kalemin vahdetine delâlet ettiklerinden anlaşılıyor ki, bütün mütevafık ve müteşabihler, yani birbirine benzeyen çokluk, bir Zât-ı Vâhidin eser-i san'atıdır.
Kezalik, inşa ve icadlarda görünen şu suhulet-i mutlaka, bütün mevcudatın bir Sâni-i Vâhidin eseri olduğunu, vücub derecesinde istilzam ediyor. 

Aksi halde, suubet, güçlük öyle bir derece-i imtinâ ve muhaliyete çıkacaktır ki, o cins ve nevilerin ademden vücuda çıkmalarına bir sed çekilmiş olur.

 Binaenaleyh, Cenab-ı Hakkın zatında şeriki olmadığı gibi-çünkü intizam bozulur, âlem fesada gider-fiilinde de şeriki yoktur. 
Çünkü, suubetten, güçlükten dolayı âlemin ademden çıkmamasına sebep olur.

Bediüzzaman ...

5 Aralık 2012 Çarşamba

26 Kasım 2012 Pazartesi

İman- İnsan ( 4. nokta)





İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi İmân ve duâdır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.
Şu meselenin binler delillerinden yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o meseleye vâzıh bir delildir ve bir bürhan-ı kâtidir.
Evet, insaniyet İmân ile insaniyet olduğunu, insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Çünkü hayvan, dünyaya geldiği vakit, âdetâ başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir; yani gönderilir. 
Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün şerâit-i hayatiyesini ve kâinatla olan münâsebetini ve kavânîn-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur. İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder; yani ona ilham olunur. Demek, hayvanın vazife-i asliyesi taallümle tekemmül etmek değildir; ve mârifet kesb etmekle terakkî etmek değildir; ve aczini göstermekle meded istemek, duâ etmek değildir. Belki vazifesi, istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubûdiyet-i fiiliyedir.

İnsan ise, dünyaya gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına câhil. Hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki, âhir-i ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç. Hem gayet âciz ve zayıf bir sûrette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muâvenetiyle ancak menfaatlerini celb ve zararlardan sakınabilir.


Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür, duâ ile ubûdiyettir.

Yani, "Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum?
Kimin keremiyle böyle müşfikâne terbiye olunuyorum?
 Nasıl birisinin lûtuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir. 
Ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dâir, Kâdiü'l-Hâcâta lisân-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır; ve istemek ve duâ etmektir. 
Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-i ubûdiyete uçmaktır.
Demek, insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibâriyle her şey ilme bağlıdır. 

Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esâsı ve mâdeni ve nuru ve ruhu, mârifetullahtır.
Ve onun üssü'l-esâsı da imân-ı billâhtır.
Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta mâruz ve hadsiz a'dânın hücumuna mübtelâ ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imândan sonra duâdır. 

Duâ ise, esâs-ı ubûdiyettir. Nasıl, bir çocuk, eli yetişmediği bir merâmını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister; yani, ya fiilî, ya kavlî lisân-ı acziyle, bir duâ eder, maksuduna muvaffak olur. 
Öyle de, insan, bütün zîhayat âlemi içinde nâzik, nâzenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmânirrahîmin dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla duâ etmek gerektir; tâ ki, makâsıdı ona musahhar olsun veya teshîrin şükrünü edâ etsin. Yoksa, bir sinekten vâveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi, "Ben kuvvetimle bu kâbil-i teshîr olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acîb şeyleri teshîr ediyorum. Ve fikir ve tedbîrimle kendime itaat ettiriyorum" deyip küfrân-ı nimete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıd olduğu gibi, şiddetli bir azaba kendini müstehak eder.

Risale-i Nur - 23. söz

İman




                   İmân tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktizâ eder.

                                                                                            Bediüzzaman said Nursi